Stressiz bir yaşam hayal edilen ve pek gerçekçi olmasa da sıklıkla tavsiye edilen bir durum. Ancak aile, iş, okul, arkadaşlık yaşantımızın devam ettiği her türlü ortamda stres kaçınılmaz bir durumdur. Bu nedenle stresi değil de stresin hayat kalitemize etkisini ve stresle başa çıkabilmeyi konuşmak gerek. Tanımını çok sık düşünmesek de stres hayatımızın her alanında yaşayabileceğimiz zorlayıcı durumlara verilen biyolojik ve psikolojik bir yanıttır. Ancak bu yanıtlar kişiden kişiye değişebilir. Üzücü/korkunç olarak tanımladığımız her olaya her insan aynı tepkiyi vermez. Başkalarına travmatik gelen ve hayatını alt üst eden bir durumu siz soğukkanlılıkla karşılayabilirsiniz. Ya da başka birinin atlatabildiği bir durum sizin için bir yıkıma sebep olabilir. Yanıtların farklılığı kalıtımsal ve gelişimsel faktörlerden, olaya hazırlıklı olup olmama gibi durumlardan etkilenir. İşte bu farklar ve farkların getirdiği işlevsellik tanı koymada çok önemli bir yer tutar. Hastalık çizgisini belirleyen en önemli şey karşılaştığımız durumu nasıl anlamlandırdığımız, üzerinde ne kadar durduğumuz kısacası hayatımızı yani işlevselliğimizi ne kadar etkilediğidir.
Artık her ne kadar günlük hayatımızda basitçe kullandığımız bir kelime olsa da burada dikkat etmemiz gereken bir kavram var: Travma. Örselenme olarak da tanımlayabileceğimiz bu kavram psikolojik anlamda benliğin üstesinden gelemeyeceği ağırlıkta olan içten ya da dıştan gelen uyaranlara maruz kalmasıdır. Doğal afetler, trafik kazası, cinsel saldırıya uğrama, savaş, terör, işkenceye maruziyet, özellikle çocukluk yıllarında ebeveyn kaybı gibi olaylar travmaya örnek olarak verilebilir. Kişinin bizzat kendisinin böyle bir olaya maruziyeti olmadan tanıklık ettiği durumlar da travma sayılır. Örneğin travmaya yatkın kişilerin yaşadığımız büyük 6 Şubat depremini yayınlardan takip etmesi de aynı şekilde travmaya neden olabilmektedir.
Dünya çapında hastalıklar hakkında uluslararası dil birliği olması açısından hazırlanan ICD-10 ve DSM-V gibi rehberlerde stres ve travmaya bağlı bozukluklar başlığı altında en sık karşılaşılan tanılar akut stres bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğudur. Bu iki tanının en büyük ayrımı hastalığın süresidir. Akut stres bozukluğu başka bir ruhsal bozukluğu olmayan kişilerde ortaya çıkabilen genellikle günler içinde azalarak giden geçici bir durumdur. Bu süreç 2 gün ila 4 hafta arasında değişebilir. Genellikle psikiyatri başvurusu yapmadıkları için tanı almayan çok insan vardır. Bunaltı ve paniğin getirdiği ellerde titreme gibi belirtiler, donukluk ya da öfke, kendine yabancılaşma, unutkanlık, irkilme tepkileri, uyku bozukluğu gibi çok çeşitli klinikler ortaya çıkabilir.
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ise belirtilerin travma maruziyetinden sonra gecikmiş ve uzamış olarak ortaya çıkmasıdır. Genel anlamda olayı tekrar yaşama, kaçınma, olumsuz ruh hali ve aşırı uyarılma/irkilme tepkileri ile karakterizedir. En belirgin özelliklerinden biri olayın sürekli hatırlanması ya da düşünülmesiyle yeniden yaşanıyor gibi tepki verilmesidir. Rüyada görme kişiyi daha da tetikler bu nedenle kişi uyumak istemez; uyku bozuklukları ve dikkat dağınıklığı ön plana çıkar. Olay kolaylıkla hatırlanabildiği için çağrışım yapacak eylemlerden, mekan ve kişilerden uzaklaşma eğilimi görülür, anımsatıcı duygu ve düşüncelerden kaçınılır, insanlara yabancılaşılır. İç huzursuzluk hakimdir, hayata karşı ilgi azalmış ve geleceğe dair umutsuzluk düşünceleri gelişmiş olabilir. Kişi aşırı panik ve korku içindedir, her an kötü bir şey olacakmışçasına tetiktedir, en küçük uyaranlara bile irkilme tepkileri verir. Bazı kişiler travmatik anının önemli bir kısmını hatırlamayabilir. Belirtiler travmatik olaydan birkaç hafta ya da birkaç ay sonra ortaya çıkabilir. Başlangıcı 6 aydan uzun süren alt türüne geç başlangıçlı travma sonrası stres bozukluğu, belirtilerin 3 aydan kısa sürdüğü alt türüne akut, 3 aydan uzun sürdüğüne süreğen travma sonrası stres bozukluğu denir. Tanı konması için belirtilerin 1 aydan uzun sürmesi gereklidir.
TSSB gelişme riski %30 oranında genetik yatkınlığa bağlıdır. Özellikle çocukluk çağında yaşanan geçmişteki travma öyküleri, bekar ya da boşanmış olmak, düşük eğitim düzeyi, sosyal destek azlığı, başka bir ruhsal hastalığa sahip olmak da risk faktörleri içindedir. Hormonal farklılıklar gibi nedenlerden dolayı kadınlarda iki kat daha fazla risk altındadır. Kronik stresin hipokampüsü küçülttüğü yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Küçük hipokampüs hacmi hem TSSB gelişmesi için risk faktörü hem de TSSB’nin bir sonucudur. Aynı şekilde uyku bozukluğu da hem hastalığın sebebi hem de bir sonucu olarak karşımıza çıkar. CRF (Corticotropin Releasing Factor) ve PACAP (Hipofiz adenilat siklaz aktive edici polipeptit) yolaklarının da TSSB riskinde etkili olduğu kanıtlanmış ve tanı almış kişilerin sağlıklı kişilere göre kan PACAP seviyeleri anlamlı derece yüksek bulunmuştur.
Toplumda genel sıklığı %7 olan TSSB’nin şiddetli travmaya maruz kalmış bireyler arasında görülme sıklığı ise %25’tir. Diğer ruhsal bozukluklarla birlikteliği sık görülmekle beraber beyin hasarı, epilepsi, baş ağrısı gibi nörolojik durumlara da eşlik edebilir. TSSB tanısı alan kişilerin nörobiyolojik değişimleri net olarak açıklanamasa da hipokampüs, korku merkezimiz olan amigdala ve prefrontal korteksle ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.
Maruz kalma, göz hareketi duyarsızlaştırma ve yeniden işleme kuramı (EMDR) gibi psikoterapiler tedavinin temelini oluşturur. Fiziksel bir engel yoksa kişinin rutinine dönmesi tavsiye edilir. İşine, okuluna, hobilerine devam etmek travma öncesi yaşamının devamını getirmek; ruhsal olarak da kişiyi alıştığı iç huzuruna döndürmesi için önemlidir. Rutine dönmek için de hastanın hem hekiminden hem de çevresinden yeterli desteği alması çok önemlidir. Bilişsel davranışçı terapi seanslarında travmatik anı anlatılarak detaylarına inilir veya kabuslar yazılarak hasta olaya tekrar maruz bırakılır. Uzun süreli maruz kalma sonucunda hastanın anıya karşı duygusal sıkıntısının azalması hedeflenir. Travmatik olayı çağrıştıran herhangi bir ses, koku, kişi, mekan vb. hastada kaçınma davranışına sebep olur demiştik. Alıştırma terapisinde ise zihninde ya da gerçekte hastanın giderek artan tetikleyici faktörlerle karşılaşması sağlanarak duyarsızlaştırılmaya çalışılır. Hipnoz ve telkin de travmanın üstesinden gelmek ve olaya yeni bakış açısı kazandırabilmek için kullanabilen yöntemlerdendir. Tedavi isteği ve hasta-hekim uyumu iyileşme sürecini hızlandırır. Ağır olgularda ise terapi ve ilaç birlikteliği önerilir. İlaç tedavisinin temel amaçları uyku bozukluğunu gidermek, kaçınma ve irkilme davranışlarını azaltmak, depresyon ve saldırganlık davranışlarını düzeltmektir. TSSB için spesifik ilaç bulunmasa da ilk önerilen ve etkinliği onaylanan ilaçlar, seçici serotonin geri alım inhibitörleri olan sertralin ve paroksetindir. Kabusları azalttığı belirlenen prazosinin ise toksik dozunun düşük olması nedeniyle riskli bulunmuştur.
Stres ve travma anları öngörülemez olsa da savaş ya da doğal afet gibi büyük kitleleri etkileyen olaylarda korku ve stres tepkileri üzerine yapılan çalışmalar ve moleküler-genetik yaklaşımlar sayesinde TSSB gelişmesinin önlenebileceğine, teşhis ve tedavide ilerlemeler olacağına dair umutlar vardır. [1]Post-traumatic stress disorder: clinical and translational neuroscience from cells to circuits[2]Ruh Sağlığı ve Bozuklukları 1. Cilt – Prof. Dr. M. Orhan Öztürk ve Prof. Dr. Aylin Uluşahin[3]Posttravmatik Stres Bozukluğu Tanı Kriterleri[4]Öne çıkan görsel
[cite]
Kaynaklar ve İleri Okuma
↑1 | Post-traumatic stress disorder: clinical and translational neuroscience from cells to circuits |
---|---|
↑2 | Ruh Sağlığı ve Bozuklukları 1. Cilt – Prof. Dr. M. Orhan Öztürk ve Prof. Dr. Aylin Uluşahin |
↑3 | Posttravmatik Stres Bozukluğu Tanı Kriterleri |
↑4 | Öne çıkan görsel |