Su…Canlılığın başlangıcı…Sadece tek hece olarak nitelendirdiğimiz ve Mars’ın da başına bela olmuş molekül. Gezegenler arası seyahat etmeye sebep olan kaynak. Dünyamızın varoluşundan beri birçok kültürün ve medeniyetin “kült” olarak değerlendirdiği ve kutsal bir anlam yüklediği, uğruna savaşlar verilebilecek eşsiz kaynağımız.
Yapıtaşımız…Su…Yaşam.
Birçok kültürde olduğu gibi Türklerde de İslamiyet öncesi dönemde deniz, göl, güneş, gök, nehir, akarsu, ırmak gibi kaynakların özel güçleri olduğuna inanılmış ve bu kaynaklar farklı şekilde kutsanmıştır. Uygur Kağanlığı’na kadar göçebe hayat yaşayan Türk boylarının dini inançlarına baktığımızda doğa güçlerine inandıklarını, atalar kültünü ve Gök Tanrı inancını benimsediklerini biliyoruz. Türk halkının yaşadığı her coğrafyada, yerleşimlerinde yer alan sular sahiplenilmiş ve kutsal sayılmıştır. Genelde su kaynaklarının olduğu yerlerde yerleşmişler ve yerini/yurdunu terk etmek aynı zamanda suyunu terk etmek anlamına gelmiştir. Türk mitolojisinde pınar, göl, dere kaynaklarının her birinin bir ruhu olduğuna inanılmış, dolayısıyla bu ruhun devamlılığı için ruhun (suların) kirletilmesi ve boşa akıtılması yasaklanmıştır.
Tabiatta en büyük yıkıcı güçlerden birine sahip olan Su, sadece Türk inanışlarında ve mitolojisinde değil, pek çok milletin mitolojisinde de hem kutsal kabul edilerek saygı duyulan hem de korkulan bir kaynak olarak görülmektedir. Dünya mitolojisinde de ortak bir kavram olarak yer alması suyun önemini ve evrenselliğini göstermektedir. Mitolojilerde bazen saygı duyulan, bazen hayret duygusuyla kutsal sayılan, bazen de yıkıcı özelliğinden dolayı cezalandırma yönteminin öznesi haline gelen Su, Yunan mitolojisinde yer alan tufan efsanesinde bu sefer cezalandırma yönteminin başkahramanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ve geçmişten günümüze sahiplenilmesi gereken yegane değer Su…“Kögmenin yeri suyu sahipsiz kalmasın diye Az, Kırgız kavmini düzene sokup geldik. Savaştık…” diye anlatılmıştır Orhun Kitabelerinde. Suyun, sahip çıkmamız gereken yegane bir değer olduğu çok eski zamanlardan, atalarımızdan süregelen mukaddes bir bilgiydi.
Peki bu bilgiye gereken önemi verdik mi? Bu mukaddes kaynağımızı gerektiği gibi koruyup etkin, adil ve sürdürülebilir bir şekilde kullanıyor muyuz?
Suyun Yönetimi
Su yönetimi, insani ihtiyaçlar başta olmak üzere tüm canlıların ve sektörlerin ihtiyaçlarını dikkate alarak, su kaynaklarının en uygun şekilde kullanımını sağlayacak ve kirlilik unsurlarını kontrol altına alacak planlama, politika geliştirme, izleme, kalite belirleme, kalite koruma, denetim, yaptırım gibi iş ve işlemlerin bütününü ifade etmektedir.
Su yönetiminin teknik, sosyal ve ekonomik açıdan değerlendirildiğinde zor ve zahmetli bir süreci içerdiğini söyleyebiliriz. Ekonomik kaygılardan sıyrılarak ekosistemi koruyan, insani ihtiyaçların ve biyolojik canlılığın devamının esas alındığı bir yaklaşımla yönetilmesi gereken su kaynaklarımız, küresel ısınmanın etkisiyle günümüzde yönetimi daha da kritik hale gelen kaynakların başında gelmektedir.
Su yönetiminin esasını; suyun miktar ve kalite olarak korunması, kirletilmiş suların iyi duruma getirilmesi ve bunlara ilişkin önlemler programının hazırlanması, tüm kullanıcılar ile tüm sektörleri içeren, etkin ve sürdürülebilir bir su tahsisinin sağlanması oluşturmaktadır.
Yeterli gıda ve su kaynaklarına ulaşma konusunda sıkıntı yaşanan dünyamızda, “temiz suya erişim hakkı” kavramı her geçen gün daha da önem kazanmaktadır. Artan nüfus, kentleşme, sanayileşme öte yandan küresel ısınmanın etkisiyle güvenli içme ve kullanma suyuna erişimin giderek zorlaştığı günümüz şartlarında su yönetiminin bir lüks değil temel ihtiyaç olduğu aşikardır.
Su yönetimi konusunda Ülkemizde su kaynaklarının belirlenmesi, su kaynaklarının kalitesinin belirlenmesi, korunması ve tahsisine ilişkin birçok önemli çalışma ve proje gerçekleştirilmektedir.
Bu çalışmaların başında, paydaş katılımının esas alındığı, her bir su kaynağının korunması ve kullanılmasına ilişkin esasları içeren, su kalitesini değerlendirirken ekosistemi ön planda tutan ve biyolojik izlemenin önem kazandığı havza esaslı ve bütünleşik bir su yönetiminin benimsendiği Nehir Havza Yönetim Planlarının hazırlanması çalışmaları ile; suyun akılcı bir sistematik içinde ve uzun yıllar projeksiyonunda her sektörün ihtiyacının iklim değişikliğinin etkileri de dikkate alınarak belirlenmesi ve dağıtımının sağlanmasını içeren Havza Su Tahsis Planlarının hazırlanması çalışmaları gelmektedir.
Bununla birlikte, Ülkemizde tatlı ve tuzlu sularımızdaki biyolojik canlıların belirlenmesi, izlenmesi ve kirliliğe karşı verdikleri tepkinin ölçülmesi yardımıyla su kalitesinin değerlendirilmesi yaklaşımını esas alan Avrupa Birliği standartlarındaki çalışmaların yaygınlaşması ve devamlılığı, su kaynaklarımızın kalitesinin değerlendirilmesi ve kirlilik baskısı altındaki kaynaklarımız için tedbirler programının hazırlanması konusuna ışık tutmaya devam edecektir.

Su yönetimi sadece kurumsal yönetimle başarı sağlanabilecek bir kavram olmanın ötesinde suyu kullanan her bir sektörün, her bir paydaşın ve her bir bireyin bu konudaki hassasiyetine muhtaç bir kavramdır. 1950 yılından bu yana kişi başına düşen su miktarı gelişmiş ülkeler için % 50, gelişmekte olan ülkeler için % 80 oranında azalmıştır. Dolayısıyla bizlere miras bırakılmayan, emanet edilen bu değerin korunması ve tasarrufunun sağlanması konusunda her birimize büyük sorumluluklar düşmektedir.
Sonuç olarak kaynak ister gıda olsun, ister su olsun verimli kullanılabildiği ve adil paylaşılabildiği ölçüde dünyamız daha anlaşılır ve daha yaşanılabilir bir yer olmaya devam edecektir.
“Başkaları ile paylaşma şansı bulduğumuzda, neye sahip olursak olalım değeri iki katına çıkar.”
Jean-Nicolas BOUILLY
Nasıl Atıf Yapılır:
[cite]